Simülasyonun Olasılığı
Öncelikle, simülasyon teorisinin ne olduğuna bir bakalım. Simülasyon teorisi, yaşadığımız evrenin, içinde bulunan dünyamızın ve onun içinde yer alan sevdiklerimiz, yaşamımız, anılarımız, düşüncelerimiz, gördüklerimiz; kısacası görsel ya da sezgisel her şeyin, diğer bir deyişle "gerçek" diye nitelendirdiğimiz her unsurun, gelişmiş bir medeniyet tarafından yaratılmış bir simülasyon olabileceğini öne süren bir felsefi görüştür. Bu teori, filozof Nick Bostrom tarafından 2003 yılında yayımlanan "Are You Living in a Computer Simulation?" (Bir Bilgisayar Simülasyonunda mı Yaşıyorsunuz?) adlı makale ile popüler hale geldi. Ancak bu konuda daha önce yazan, çizen ya da en azından düşünen birilerinin de olması muhtemeldir.
Nick Bostrom’un makalesi, gelişmiş medeniyetlerin atalarına dair bir simülasyon oluşturup oluşturamayacağına yönelik üç önermeye dayanır:
- Gelişmiş medeniyetler, atalarının simülasyonlarını yapacak teknolojiye ulaşamaz ya da bunu başaramaz.
- Gelişmiş medeniyetler, etik veya başka sebeplerle atalarının simülasyonlarını yapmayı tercih etmez.
- Eğer ataları simüle etmek mümkünse, büyük olasılıkla şu anda bir simülasyonda yaşıyoruz.
Bu önermeler oldukça etkileyici, değil mi? Yukarıdaki makale linki üzerinden tamamını inceleyebilirsiniz.
2003 yılında bu makaleyi okuyan biri, teknolojinin o dönemdeki durumu ışığında, simülasyonun gerçekleşme ihtimalini büyük ölçüde imkânsız görürdü. Ancak aradan geçen 22 yıl içinde teknoloji deresinden binlerce veri aktı. Teknolojinin ivmesinin katlanarak arttığını zaten biliyorduk, fakat bu ivmeyi daha da hızlandıran bir gelişme yaşandı: Yapay zekanın doğuşu. Yapay zekayı uzun yıllardır biliyorduk, ancak bu kadar güçlü ve erken bir şekilde sahneye çıkmasını beklemiyorduk.
Son iki haftada, bu konuyla bağlantılı üç önemli gelişme yaşandı. Bu gelişmeler ışığında bu yazıyı kaleme almak daha anlamlı hale geldi.
Birincisi:
OpenAI, geçen şubat ayında tanıttığı Sora adlı yapay zeka modelini sonunda bu hafta kullanıma açtı. Sora, video üreten bir yapay zeka modeli. Öyle ki, ilk tanıtıldığı zaman herkesin ağzını açık bırakan bir model oldu. Aynı yapay zekadan görsel ister gibi, metinle yönlendirme yaparak (prompt) video talep edebiliyorsunuz.
İkincisi:
Google tarafından geliştirilen DeepMind’in tanıttığı Genie 2, büyük ölçekli bir dünya modeli olarak tasarlandı. Bu yapay zeka modeli, karmaşık ve dinamik 3D dünyaları anlamlandırabiliyor ve simüle edebiliyor. Tek bir görüntüden çeşitli senaryolar üretebilen Genie 2, özellikle oyun tasarımı ve yapay zeka araştırmaları için benzersiz bir yapı sunuyor.
Üçüncüsü:
Google, Willow adını verdikleri kuantum çipini tanıttı. Bu tanıtımla birlikte teknoloji dünyasında tartışmalar başladı. Tartışmaya neden olan en dikkat çekici ifade, Google’ın şu iddiasıydı: "Klasik bir bilgisayarın 10 septilyon yılda yapacağı bir hesaplamayı, Willow yalnızca 5 dakikadan kısa bir sürede tamamlayabilir." Google, bu çipi tıp, enerji ve yapay zeka gibi alanlarda devrim yaratabilecek bir teknoloji olarak tanımlıyor.
Bu üç gelişmeyi bir araya koyduğumuzda, teknolojinin, henüz kör bir tırpan halinde bile olsa, ne kadar cüretkâr bir şekilde ilerlediğinin kanıtını görüyoruz. Simülasyon için gerekli hikayeyi oluşturabiliyoruz, görselleri üretebiliyoruz ve bunun için gerekli donanım çalışmalarını yapmaya çalışıyoruz. Nick Bostrom’un birinci önermesine henüz yakın olduğumuz söylenemez; ancak 2003’ten bu yana bu noktaya yaklaştığımız bir gerçek. Şimdi, bir simülasyon içinde yaşıyoruz veya yaşamıyoruz; bunu kesin olarak söyleyemem. Aynı şekilde, gelecekte teknolojik çizginin ne kadar yukarı taşınacağını da öngöremem. Hal böyleyken, bu ihtimali tamamen reddetmek de bana pek mantıklı gelmiyor.