Yapay zekâ artık sadece yazılım meselesi değil; enerji meselesi. Büyük dil modelleri, devasa veri merkezleri ve sürekli büyüyen yapay zekâ altyapısı, küresel elektrik tüketimini yeni bir çağa doğru sürüklüyor. Bir yapay zekâ modelinin eğitimi milyonlarca kilovat saat tüketirken, bu sistemlerin çalışmaya devam etmesi ise sürekli ve yüksek yoğunluklu enerji gerektiriyor. Yani yapay zekâ büyüdükçe, arkasındaki enerji talebi de patlayarak artıyor.
Bu tablo, teknoloji devlerini yeni bir rekabet alanına itti: temiz, kesintisiz ve uzun vadeli enerji kaynakları. Rüzgâr ve güneş artık tek başına yeterli görülmüyor; depolama çözümleri gelişse de süreklilik problemi hâlâ ortada. Bu nedenle gözler yeniden nükleer enerjiye çevrildi. Nükleer enerji, karbon sıfır yapısı, yüksek üretim kapasitesi ve 7/24 kesintisiz sağlayabildiği güç ile AI altyapısına en uygun aday olarak öne çıkıyor.
Son dönemde dikkat çeken gelişmeler bu dönüşümü net şekilde gösteriyor. Google, NextEra Energy ile anlaşarak Iowa'daki Duane Arnold santralini 2029'da yeniden devreye almak üzere harekete geçti. Microsoft, Pennsylvania'daki Three Mile Island reaktörünün bir ünitesinin tekrar hayata dönmesini destekliyor. Amazon ve Meta ise yeni nesil küçük modüler reaktör (SMR) projelerine yatırım yaparak, geleceğin enerji altyapısına erkenden yerleşmeye çalışıyor.
Bu hamlelerin sadece enerji ihtiyacını karşılamaktan ibaret olmadığı açık. Teknoloji şirketleri artık enerji sektörünün aktif oyuncusu olmak istiyor. Çünkü geleceğin yapay zekâ ekonomisi, sadece işlem gücü değil, aynı zamanda enerji bağımsızlığı gerektiriyor. Kim bu denklemi kontrol ederse, geleceğin teknolojik üstünlüğünü de elinde tutmuş olacak.
Sonuç olarak, yapay zekâ devrimi enerji sistemlerini yeniden şekillendiriyor. Veri merkezleri, ulusal enerji politikalarının bir parçasına dönüşüyor. Şirketler karbon hedeflerini korurken aynı zamanda büyüyen enerji iştahını karşılamak zorunda. Bu yüzden nükleer enerji, AI çağının stratejik yakıtı hâline geliyor.









